Kramnik “Steinitz’den Kasparov’a” başlığı altında dünya şampiyonlarını özgün tarzıyla anlatmaya devam ediyor. Stenitz, Lasker ve Capablanca’dan sonra sıra şimdi Alexander Alekhine’de. 1927 yılında beklenmedik şekilde Capablanca’yı yenerek dünya şampiyonu olan Alekhine, 1946 yılında ölene kadar unvanını korudu ve sadece 1935 yılında yaptığı bir unvan maçını kaybederek unvanını 2 yıllığına Euwe’ye bırakmış oldu.
Dinamik Alekhine
Lasker’in daha önce oynadığı maçlara ya bir katliam vardı, ya da Schlechter oyununda olduğu gibi pek çok hata. Ama Capablanca-Lasker maçında sadece birkaç hata bulunmakta. Bu ciddi bir maçtı. Lasker kaya gibi sağlamdı ve Capablanca ise doğal yeteneğe sahipti. Doğrusunu söylemek gerekirse Alekhine’in onu yenebilmesi oldukça şaşırtıcı.
Alekhine’in çalışkanlığının bunu sağladığı söylenir.
Ve aynı zamanda karakteri, arzusu… tabii ki Alekhine de büyük bir yetenekti.
Bununla beraber Capablanca’yı nasıl yenebildiğini söylemek zor. Oldu çünkü buna odaklanmıştı. Kasparov’a katılıyorum; Capablanca, mücadelenin yoğunluğuna dayanamamıştı. Lasker karşısında bastırıyor, Lasker de savunuyordu. Her ne kadar rakibi arada dişlerini gösterse de temelde savunma yapıyordu. Alekhine ise can sıkıcı bir güç kullanmakla kalmıyor aynı zamanda bunu artırıyordu da. Belki de Capablanca böyle sert bir zihinsel baskıya dayanamadı. Turnuvalarda çok rahat oynuyordu, berabere yapmak, yeteneği sayesinde bazı oyunları kazanmak, birinci veya ikinci olmak, dinlenmek, şarap içmek – tatlı hayat! … Ve birden böyle güçlü bir baskı. Maç çok uzundu, oyunlar ciddi ve saldırgandı. Her maçta Alekhine şampiyona sürekli sorun çıkarmaya çalışmıştı.
Alekhine gerçekten açılışları modern anlamda inceleyen ilk oyuncu muydu?
Alekhine kesinlikle arzulu bir taydı. Stratejik bir yeteneği vardı, dinamikleri güçlü şekilde hisseden ilk kişiydi. Lasker de bunun önemini anlamaya başlamıştı ama dinamikler onun oyun stilinin temeli değildi. Biliyordu ama zaman zaman uyguluyordu. Alekhine’e gelince dinamiklere dayanarak oynuyordu ve belki de bu yaklaşımın mucidiydi. Gösterdi ki konumsal prensipleri gözeterek oyunu dinamik çerçevelerde götürmek mümkündü. Çok uzun vadeli üstünlük aramadan, ilk hamleden itibaren bir ağ örerek, her hamlede tehdit yaparak ve saldırarak oynamak mümkündü.
1920’lerin sonunda ve 1930’ların başında Alekhine diğerlerini çok geride bırakmıştı. Belki de Lasker’in başardığı fark kadar değildi?
Bana kalırsa bunun sebebi “sorunlu yıllar”ın gelmesindendi. Capablanca sık oynamıyordu; ne Capablanca ne de Lasker Alekhine’in kazandığı turnuvalarda oynamıyordu. Ne Botvinnik ne de Keres yeterince güçlenmemişti, “eskiler” de formda değildi. Alekhine kesinlikle olağanüstü bir satranççı ama üstünlüğünün bana göre bu gerçeklerle de alakası var. Bu turnuvalarda Capablanca ile maçında oynadığından farklı birşey gösterdiğini söyleyemem, nereydeyse aynı şekilde oynadı. Tabi ki Alekhine oyun stilini zenginleştirdi, tecrübe kazandı ama yeni birşey sunduğunu söyleyemem. Neden maçtan öncediğerlerine büyük bir fark atmadı da maçtan sonra böyle bir üstünlük sağladı ki? Dürüst olmak gerekirse, bunun için herhangi bir satrançsal sebep göremiyorum. Euwe maçı da bunu bir noktaya kadar gösterdi.