İsfahan, nesf’i cihan. İsfahan dünyanın yarısıdır. Zayande ırmağının üzerindeki tarihi köprülerin muntazam taşlarını yüzyıllar boyunca kaç atlının nalları dövdü kimbilir. Si-e-So Pol köprüsünün 33 ayağının arasından akıp giden Zayande’nin bizlere anlatacağı pekçok hikayesi olmalı. Bu düşüncelerle uzun bir süre yürüdükten sonra Felezi köprüsünden karşıya, Jolfa mahallesine ulaşıyorum; İsfahan’nın Ermeni mahallesi. İşte dar sokaklardan biri daha. Aradığım yeri buluyorum. Kapının üstündeki ışıklı panoda İngilizce ve Farsça ‘Armen Chess Club’ yazıyor. Burası Aga Nikid’in satranç kulübü (www.armenchess.com). (Hakkı Sayın sağda Aga Nikid’in yanında görülüyor)
Aga Farsça’da ‘bey’ demek. Girişten birkaç basamak aşağıya indiğinizde derli toplu, temiz pak bir satranç salonu açılıyor önünüze. Görevli hanım hemen girişteki masada; öğrencilerin her türlü evrak, kayıt vs işleriyle uğraşıyor, kantinden de o sorumlu. Tam karşısında ise kırmızı sarı kareleriyle büyük bir satranç panosu bize bakıyor. Orta yaşlı satranç öğretmeni kendisini hevesle dinleyen 8-10 kadar minik öğrenciye açmazın önemini anlatıyor.
Aga Nikid orada rahatça iletişim kurabildiğim tek kişi, gayet düzgün bir İngilizce ile konuşuyor. Ben maalesef hala öğrenemedim Farsçayı. Hoş-beşten sonra isminden bile önce Hıristiyan olduğunu söylüyor, ben hiçbir şey sormadığım halde…Ne diyeceğimi bilemiyorum sanki bir kabahatmiş gibi açık edilen bu durumda. “No problem?” diyor… “No, no, it is even better” diyerek şakaya vuruyorum. Azınlıkların her yerde iç burkan psikolojisi bir kez daha çarpıyor beni.
Aga Nikid sıcakkanlı, satranca aşık bir İran Ermenisi, bıyıklı, uzunca boylu; 50’li yaşlarının başında görünüyor. Burayı dört yıl kadar önce kurmuş. Esasen metalurji mühendisi, ama gönlünde hep bu iş varmış, çok para harcadığını söylüyor burası için. Aslında bir kulüpten çok bir ‘Eğitim Merkezi’ burası çünkü ders almaya gelen minik öğrenciler dışında pek oyuncu ziyaret etmiyor. Oturma düzeni de ona göre ayarlanmış. Salonu ikiye bölmüşler, iki eğitmen aynı anda ders anlatabiliyor. Öğrenciler kızlı erkekli, neşeyle öğreniyorlar satrancı. İran’da sanıldığının aksine toplumda kadınlarla erkekler arasında bir duvar yok.
Aga Nikid kendisine ait melez bir eğitim sistemi yarattığını söylüyor. “Nasıl bir sistem bu, Sovyet okuluna mı yakın?” diye soruyorum. “Onun gibi birşey, ama bu benim sistemim” diyor. Kurslar toplam 6 kurdan oluşuyor ve her bir kur için dersler hafta içi 4’ten sonra başlıyor. “Böyle kurlara ayırdım müfredatı, çünkü ebeveynler çocuklarının ilerlediğini görmekten dolayı mutlu oluyorlar, 6 kur olunca da ilerlemek bayağı mümkün!” diyor. Pragmatik bir yaklaşım.
Çaylar gelince kişisel mevzulara giriyoruz. Ben onun gibi kıtlama içemiyorum. Annesi, babası ve bir kardeşi bundan yıllar önce Amerika’nın yolunu tutmuşlar. Sadece o ve kızkardeşi kalmış İran’da… “Sen neden gitmedin?” diye soruyorum. Eliyle sıralardaki çocukları gösteriyor, “Onları bırakamadım, burayı seviyorum ne yapayım?” diyor. Doğu insanının sıcakkanlılığı ve Batı’daki yabancılaşma hakkında bir sohbete dalıyoruz.
İslam devriminden önce İran’da 400 bin kadar olan Ermeni sayısı devrimden sonra 150 bin’e inmiş. Çoğu Ermeni Los Angeles’a gitmiş, orada nerdeyse 1 milyona varan bir İranlı nüfustan bahsediliyor. Evet, bunu duymuştum, ama önemli bir kısmının da Ermeni olduğunu doğrusu bilmiyordum.
Duvarlar Dünya Şampiyonları’nın ve İranlı ustaların fotoğraflarıyla donatılmış. Saçları darmadağın bir Fischer hakkında çıkmış Ermenice bir haber dikkatimi çekiyor, Japonya’daki olmalı. Türkçe öğrenme çabaları nedeniyle bizim de saygı ve sevgiyle bağlı olduğumuz Ivanchuk’la çekilmiş bir fotoğrafı da var Aga Nikid’in. Sık sık Ermenistan’a gittiğini ve oradaki satranç çevresiyle de yakın ilişki içinde olduğunu söylüyor. “Bakma, oralar da karmakarışık” diyor.
Boş vakitlerimde uğruyorum ona bazen…Orhan Pamuk’tan Hrant Dink’e, Ortadoğu halklarının bitmeyen geyiği “bizler birbirimize çok benziyoruz, ama ah şu siyasetçiler”e dek birçok konuda sohbet ediyoruz. Birbirine yıllarca düşman bilinmiş iki kadim milletin evlatları olarak gerçekten de birbirimize ne kadar çok benzediğimizi düşünüyorum parkın içinden geçerken. Khaju köprüsünün kıyısına oturup bir sigara yakıyorum; geceye, ve kurtuluşu kendini nehre atmakta bulanlara…
Yazan Hakkı Sayın