Giriş

Giriş

FM Selim Gürcan Yorum yapılmamış

Genel Bilgi : Fischer ve Spassky 70’li yıllarda yaşamış iki ünlü satranççıdır. Rus ve o zamanlar dünya şampiyonu olan Spassky ile Amerikalı Fischer’in karşılaşması milyonlarca insanın dikkatini çeken bir karşılaşma olmuştu. Fischer’in kaprisleriyle rekor denebilecek bir düzeye ulaşan para ödülü dünyada satranca gerekli değerin verilmesini sağlamıştır. Çünkü bu maçtan sonra hiçbir büyük usta artık düşük ödüllü turnuvalara katılmamış, Turnuvalar parasızlık nedeniyle iptal edilmemiştir.

Fischer dünyanın ilk ve tek Amerikalı satranç şampiyonu olmasıyla da oldukça önemlidir. Hiç bir zaman pes etmeyen ve asla beraberlik için oynamayan sürekli kazanmaya oynayan, acımasız ve kaprisli bu oyuncu ile son derece kibar, nazik, hoşgörülü ve mütevazı Spassky mücadelesinde bir çok gerilimli an yaşanmıştır. Soğuk savaş yıllarının yarattığı böylesine gerilimli bir havada maç yaparken, KGB’nin Fischer’in rakibinin metabolizmasını bozan özel bir ilaç kullandığını dahi iddia etmesi, kamera görüntülerini incelettirip oyuncuların oturdukları sandalye ve masaları kimyasal testlerden geçirtmeleri sanırım sizlere maçın nasıl bir havada oynandığı hakkında bilgi verecektir. Maç her yönüyle satranç tarihine damgasını vuran bir maç olma özelliğindedir. (ilk bölümde olayı gazetesinde yazan bir gazetecinin izlenimleri ikinci bölümde ise satranç hakkında gelen bilgiler yer almaktadır üçüncü bölümde spassky ve Fischer’in başarılarına ve karakter özelliklerine ayrıca yaptıkları maça değinilmiştir,hikayenin birinci bölümü alt taraftadır)

Giriş

Asrın satranç savaşı basit bir olay değil,bir yanardağ patlamasıydı. Tüm dünya kamuoyunun dikkatini çeken bu patlamaya eşlik eden alevler, yalnızca satranç şampiyon ve ustalarının başarılarını yakından izleyen o bir avuç satranç meraklısının değil, çok ama pek çok uzakta , satrançla ancak boş zamanlarda oynayan herhangi bir oyun olarak ilgilenen ya da hiç ilgilenmeyen, satranç ustalarının adlarını hiç duymamış ya da duyduğu halde hiç önem vermemiş insanlardan oluşan çoğunluğun da ilgisini uyandırabildi.

İnsanlık sirki olarak adlandırılabilecek dev gösterinin programında küçücük bir yer tutan satranç, bir anda ön plana fırladı, toplumsal ve siyasal olaylar kadar önem kazanıp seyircilerin ilgisini üzerinde toplayıverdi. Bu milyonlarca seyirciden bir kısmı hayatlarının şu veya bu bölümünde oyunun kurallarını öğrenmiş, ancak sonradan satranç tahtasını bir yana itivermiş kişilerdi. Ötekilerse bu kadar bile yaklaşmamışlardı satranca. Ve şimdi hepsi büyük gösteriyi büyülenmişçesine izlemekteydiler.

Ustaların oynadığı satranç, kendilerini bu konuya adamış meraklılara her zaman sunduğu armağanı,bir Mozart senfonisi dinlemekle eş değerde bir zevki, bu yeni kazanılmış seyircilerine de rahatça verebilir, çünkü dünya şampiyonluğu düzeyinde oynanan satranç, en azından bir senfoni kadar yaratıcılık gerektiren bir sanat dalıdır. Ana temalar ve çeşitlemeler, zarif kombinasyonlar, dinamik bir tempo ve parlak kodalar ustaca oynanan satrancın göz okşayan unsurlarındandır.

şampiyonluk savaşı yaklaştıkça, dünyanın her yerinden yayınlanan gazeteler ve dergiler, satranç konulu haberler için gün geçtikçe artan bir taleple karşılaşmaya başladılar. Merak ediyordu okuyucu. Yaklaşan savaşın özelliklerini ; çarpışacak kişilerle, o­nların asistanları, yardımcılar ve danışmanlarından oluşan ekiplerini,karşılaşmanın yapılacağı yeri tanımak istiyordu. Ve doğal olarak, satranç hakkında da aydınlanmak arzusundaydı. Halk satrancı konu alan haberlere karşı büyük bir iştah gösteriyordu. Işin ilginç yani ise bu insanların satranç hakkındaki bilgilerinin hiç denecek kadar az ya da sıfır oluşuydu.

Gerçi satranç konusunda yazılmış binlerce kitap vardı her dilde: yani başlayanlar için tanıtıcı ve öğretici kitaplar, daha ileri düzeydeki oyuncu için , usta oyuncu için yazılmış kitaplar, teknik kitaplar, genel nitelikteki kitaplar, turnuvalar hakkında bilgi veren kitaplar —kitaplar,kitaplar,kitaplar

Ne var ki, patlamayla birlikte yayılıveren alevlerin çekiciliğine kapılıp, sirk çadırının orta yerindeki gösteriyi seyre koyulan ve satranç oyununa birden iştah duymaya başlayan yeni kazanılmış seyirciler için biricik bilgi kaynağı gazeteler olmaktaydı.

Satranç sahnesinin bu yeni seyircilerinden biri de, daha önceden oyun hakkında hiç bir sey bilmeyen bir New York Times muhabiri, McCandlish Phillips’ti. Hiç ama hiçbir şey bilmiyordu Phillips. Öyleyse, satranca yeni başlayan birinin karşılaşabileceği sorunları saptamanın en iyi yolu, McCandlish Phillips’i bir ustanın yanına öğrenci göndermek olabilirdi. Phillips gitti ve izlenimlerini de eksiksiz olarak kaydetti. o­nun öyküsü , The New York Times gazetesinin 30 haziran 1972 tarihli sayısında yer alıyor ve şöyle başlıyordu :

Önümüzdeki pazar günü Izlanda’da başlayacak olan dünya şampiyonluğu karşılaşmaları, satranç hakkında (bildiğimiz dama oyunun çığrından çıkmış hali) oluşundan başka bir fikri bulunmayan bir adama, anlamazlık denizinde tüyler ürpertici maceralar vaat etmekteydi. Haftalar boyunca gazete sütunları o­na yabancı dil gibi gelen birtakım sözlerle kaleme alınmıs satranç haberleri ve incelemelerinin yanısıra esrarengiz bazı şemalarla dolup taşacaktı. “Neden satranç hakkında bir şeyler öğrenmiyorsun?” diye önerdi patronu. Cahil genç adam bunun üzerine hemen odasına gidip bir sözlük kaptı. Sözlük şöyle tanımlıyordu satrancı “Bir satranç tahtası ve türlü biçimlerde yapılmış taşlarla oynanan gerçek bir beceri oyunudur … Kaynağı eski çağlara dayanır, ancak nerede başladığı kesin olarak bilinmemektedir. ..Ortaçağda doğu ülkelerinden Avrupa’ya geldiği sanılmaktadır.”

Cahil genç, oyunun kaynakları hakkında pek çok kişinin zaten bildiği şeyleri böylece öğrenmeyi başardıktan sonra, satranç aşıkları ve hastalarının bir tahta üzerine eğilip kendilerinden geçerek, bazı insanlar için alalade bir oyun bazıları için de korkunç bir tutku olan bir işi yapmak olan bir işi yapmak amacıyla toplandıkları Marshall Satranç Kulübüne gitti.

Oyun meraklılarından bir dostunun hemen önceki gece söylediği sözler satranç öğrenmeye karşı beslemeye başladığı bir parçacık hevesi de alıp götürmüştü. “Satranç öyle bir oyundur ki,kurallarını öğrenip oynamaya hazır duruma geldiğin zaman hiçbir şey bilmiyorsun demektir.”

Yani sıfırın altında bir yerden başlayıp çok dik bir yokuşu tırmanacaksınız ve ulaşabileceğiniz yer ancak sıfır olacaktı.

Marshall Kulübüne giderken yolda,eskiden yaz tatillerinde çalıştığı Frank Day gençlik Kampında en kötü dama oyuncusu seçildiğini hatırladı.”kampa gelen bücürlerden bazıları kendi ayakkabılarını bağlamayı bile becermezler ama beni fena halde yenerlerdi.” Kısacası, ortada açık olan bir şey vardı o satranç öğrenebilirse herkes de öğrenebilirdi Kulübün merdivenlerinin tepesinde, Kendisine hocalık edecek olan ünlü satranç ustası Shelby Lyman ile karsılastı.Mr Lyman,insana gerek vücut gerek kafa yapısıyla tepeden bakan bir adamdı ; bir üniversitede sosyoloji öğretmeniyken iki yıl önce satranca daha fazla zaman ayırabilmek amacıyla bu görevinden ayrılmıştı. Brooklyn’de doğan,Boston’da büyüyen ve harvard’da olgunlaşan MrLyman,psikoloji,antropoloji ve sosyoloji bilimlerinden oluşan güçlü bir temel üstüne yüksek bir sanat olan satrançı oturtmuştu.

Karşısında duran zavallının üstünde MrLyman’ın bıraktığı etki son derece kibar ve mütevazı bir adamla Ülkeler fatihi William’in bir karışımıydı-izlenimler arasındaki çelişki,daha o günkü konuşmaları yarılanmadan ortadan kalkacaktı. Ziyaretçisini satranç konusunda tam bir cahil durumundan alıp, oyuna karşı belli bir ilgi duyan bir adama dönüştürmek için dört saatten az bir zaman gerekliydi MrLyman’a. O gün öğleden sonra saat 11.15 ile 5 arasında, konusunu çok iyi bilen insanlara özgü bir konuşma MrLyman’in dudakları arasından akıp giderken, geçen zamanın farkına varmak olanaksızdı. Cahil genç adam ömrü boyunca satrancı insanin aklini karıştıran birşey olarak, kalın bir sis perdesinin arkasından görmüştü–urdu dili de ancak bu kadar anlamlıydı o­nun için. Oysa, MrLyman konuştukça sis yavaş yavaş dağılıyor,anlaşilabilir bir düzenin ana hatları gittikçe açık olarak gözükmeye başlıyordu. Mr Lyman başarılı bir konuşmacı oluşuna sevinmek gerek çünkü kendisi Boby Fischer-Boris Spassky arasındaki büyük maçı 13.kanal televizyon programı için anlatmakla görevlendirilmiş bulunmakta ve yayının kapsamında çeşitli inceleme,yorum,röportaj,gösteri ve açıklamalarda bulunması bakımından bazı günler aralıksız olarak 5 saat konuşmak zorunda kalacağı sanılmaktadır.

“Satrançtan hiç anlamayan biri bile şampiyonluk maçını herhangi bir spor Karşılaşması gibi zevkle izleyebilir.” diyordu MrLyman. “Hokeyden hiç anlamayan birinin televizyondaki hokey maçını yalnızca bir yarışma olarak izleyebilmesi gibi. Satrancın da saldırı ve savunmalardan oluşan canlı bir trafiği vardır. Beyaz taşlar şu tarafa, siyahlar da bu tarafa doğru hareket eder – yani anlaşılması hiç de zor değildir. “Oyun başladıktan sonra,taraflar birbirlerine sürekli olarak saldırır ve kendilerini savunurlar. Karşılaşma biraz ilerledikten sonra ise, kontra bir yumruk atıp nakavt olan boksörün başına gelenlerin bir benzeri her an beklenebilir. “Bir kaç yıl önce Amerika Birleşik Devletleri ile Ingiltere arasında yapılan bir maç radyoda yayınlanıyordu. Çeşitli karşılaşmalardan sonra durum berabere olmuş ve hangi tarafın galip çıkacağı sorunu son iki kişi arasındaki maça düğümlenmişti. Oyunun bir noktasında,binlerce radyo dinleyicisinin merakı,satranç tahtasındaki sekiz sıradan sonuncusuna doğru ilerlemekte olan bir piyonun hedefe ulaşmayı ve vezir olmayı başarıp başaramayacağı üstünde toplanmıştı.

“Binlerce dinleyici,birkaç saat süreyle rahat koltuklarında diken üstünde oturup her hamlede bir kare yol alarak son sıraya yaklaşmakta olan piyonu hayranlıkla izlediler. Hepsi heyecanla nefesini tutmuş ve kendilerini piyonun yerine koymaya başlamışlardı. “Bir satranç tahtasına baktığınız zaman,saldıran taslarla,kendilerini koruyup sonra da karşı saldırıya geçen başka taşlar da görebilirsiniz. Taşların tahta üstündeki dizilişleri,çarpışmanın durumunu rahatça anlatabilir size. “Satranç, iki ordunun bilinmeyen bir arazide çarpışmasıdır”

MrLyman’in satranç oyuncusu adayına oyunu tanıtmak için izleyeceği yolun,alışıla gelmiş kural ve kalıplar yaklaşımı olmadığı anlaşılmıştı artık. o­nun seçtiği yol daha Churchill’vari bir yol olup kavramlar ve stratejilerin tartışmasıyla başlıyordu.

Başka bir deyişle, yabancı dil öğretiminde kullanılan ve öğrencinin kendi anadilini hiç konuşmamasını esas alan yöntemin eşiydi bu: öğrenciye gramer ve yazım kuralları öğretmekle ve birtakım açıklamalarla zaman kaybedilmiyor,doğrudan doğruya konuşmaya giriliyordu. Bir satranç ustasıyla hiç beklemediği bir anda karşı karşıya bırakılan acemi,ağa takılmış sinekle ev sahibi örümcek arasındaki dostça ilişkiyi sineğin gözünden izleme olanağı kazanır 35 dakika süren hızlı ve bilgi dolu bir konuşma sonunda MrLyman birdenbire, “haydi bir oyun ooynamayı deneyelim.-dedi- aslında bu bir kumardır”
“sizin için bir kumarsa- diye düşündü- ya benim için ne olacak?”

MrLyman’in elleri bir anda masanın altında kayboldu,sonra yeniden ortaya çıktı. Acemi yumruk halinde sıkılmış iki elden birini seçmesini istediğini anladı. Parmağıyla gösterdiği sağ el açılınca içinden siyah bir satranç taşı çıktı. “Siz siyahsınız ben de beyazım- dedi MrLyman – oyuna her zaman beyazlar başlar. Bu durum insiyatifi beyazlara verir;iyi bir oyuncu zayıf bir rakip karşısında oyunun sonuna kadar koruyabilir bu avantajı.”
“Başladığımız zaman,yapacağım hamleleri size ayrıntılı olarak anlatmayacağım. Bakalım olup biteni takip edebiliyor musunuz? Bu arada oyunun kurallarını da açıklayacağım”
“Yani ben sizle karşılıklı oynayacağım ve siz kuralları bile açıklamayacaksınız ha?Ne gü- zel!dedi acemi.”
“Bakin -dedi MrLyman son derece tatlı bir sesle-,şimdi televizyonda ders veriyormuş gibi davranıp, eski bir oyunu göstereceğim size. Siz de evinizde oturup televizyon seyrediyormuş gibi yapacaksınız; yani konuşmaya hakkiniz yok.”
“Hah işte bir kural -dedi acemi- Konuşma hakkım yok.”
“Bu aslında epik bir savaştır” -diye konuştu öğretmen, sonra da kitaptan aldığı daha önce oynanmış bir oyunun hamlelerine göre taşları -şahlar ,vezirler,ata ve file binmiş savaşçılar kaleler piyadeler-tahtanın üstünde hareket ettirmeye başladı.

“Her taş değişik haklara sahiptir: her biri dikey ve yatay olarak sekizerden altmış dört meydana gelen (burada bir saplama yapmak istedim akıl var mantık var hiç 64 kare olur mu tahtada bir kere o olayın kombinasyon hesabi var 8’erden 64 müş ehuehue neyse pardon siz devam edin okumaya) satranç tahtası üzerinde değişik hareketler yaparlar -dedi MrLyaman. Satranç tahtası bir savaş alanını temsil eder.Taşlar da bunun üstünde dikey,yatay ve çaprazlama olarak yol alabilirler.”
“Şu gördüğünüz kale,yatay ve dikey olarak hareket edebilir. Düz bir çizgi üzerinde gidebildiği kadar gitme hakkına sahiptir.
“Bunu daha kolay hatırlamak için şöyle düşünebiliriz; Kale çok iri bir taştır, birbirine çapraz durumda bulunan ve yalnız köşelerinden değen iki karenin arasındaki daracık yoldan si- gamayacağı için böyle,yan, çaprazlama haraket edemez.”
“Ama şu filin binicisine bakin- beli o kadar ince olduğundan yalnızca çaprazlama geçiş hakkı vardır.”

Mr Lyman konuşmasını sürdürür,bir takım hamleler yapıp bunları açıklarken ortaya daha sunlar çıktı : Vezir,her yönde -dikey yatay ve çapraz olarak- ve oyunun durumuna göre istediği sayıda kare boyunca ileri geri haraket edebilir;bu yüzden de oyunun en güçlü taşıdır.

Piyon ya da piyade,oyunun geriye doğru hareket edemeyen tek kişisidir. Piyonun her hamlede bir tek kare ilerlemeye hakki vardır (yalnızca ilk yerinden kıpırdayışında isterse bir yerine 2 kare ilerleyebilir ve ancak karşı tarafın bir taşını esir almak şartıyla hareket yapabilmektedir.

At üstündeki şovalyenin adım atışı çarpıktır.At sağa veya sola ileriye veya geriye L biçimindeki bir adım atabilir -yani önce dikey olarak bir kare sonra çapraz olarak bir kare gidebilir. Bu sırada önüne çıkan herhangi birşeyin üstünden atlamaya da -oyundaki baska hiçbir taşın sahip olmadığı biçimde- hakki vardır atın.

Şah her hamlede bir kare gitmek şartıyla istediği yönde yol alabilir. Bu yüzden de iktidar alanı 8 karelik bölgeyle sinirli bulunmaktadır.

Bir taşın karşı taraftan bir taşı esir alabilmesi için o­nu kendi gidebileceği bir karede sıkıştırması şarttır. Bu yüzden değisik taşların satranç tahtası üzerindeki etki alanları değisik olmaktadır. Bu etki alanlarını ayrı ayrı çizmek ve sonra da birbirinin üstüne bindirilmiş durumda görmek mümkün olsaydı, satrancın bir tek hamle için bile ne denli karmaşık olduğunu anlamak kolaylaşırdı.

“Her taş,kendi hareket biçimine göre esir alma hakkına sahiptir-yani,normal hareketini yaparak gidebileceği bir karede ne bulursa esir alabilir.” diye hatırlattı MrLyman. Bu kurala uymayan tek taşın piyon olduğunu birdenbire gelen ilhamla anlayan acemi,bu başarısından ötürü kutladı kendini-piyon normal olarak ileriye ve yana gidebiliyor.Karşı tarafın taşlarını ise yalnız çapraz haraketle esir alabiliyordu.

“Oyunun belli bir anında,10 ya da 20 hamle ilerisini görmek mümkündür.”” ..-dedi MrLyman-Buna pek sık rastlanmaz ama yapabilenler çıkıyor bazen. Hamle sayısı arttıkça ihtimaller çoğalır,gider. Diyelim ki altı hamle sonrasını tasarlıyorsunuz:Her hamlede en azından altı ihtimal bulunduğuna göre,altıncı hamleye geldiğinizde ihtimaller altı sayısının altıncı kuvveti kadardır.>> Bundan sonra,sınırsız olduğu anlaşılan bir şeyi-satrançtaki hamle ihtimallerini-bırakıp sınırlı olduğu bilinen başka birşeye geçti MrLyman.

“Satranç oyuncusu,her an bir zaman baskısı altındadır. ..-dedi-. Karşınızdaki oyuncu,sınırlı yeteneklere sahip bir insandır.-sınırlı bir aklı,sınırlı bir hafızası ve kişiliğinin zayıf tarafları vardır. Kendine tanınan süre içinde her yönüyle tam olarak kavrayamayacağı bir durumu,olanaklar el verdiği ölçüde iyi değerlendirmeye çabalamaktadır.
“Bir çarpışmadır bu -satranç iki kişinin iradeleri arasında geçen bir savaş,bir çarpışmadır. oyunun sinir gerginliği içindeki bir oyuncunun nabzı,soluma temposu ve tansiyonu mutlaka normalden farklıdır”
“Önünüzdeki problemin değiskenlerinden biri,rakibin psikolojik durumudur.Bu yüzden,oyun sırasında o­nun “psikolojik” bakımından zayıf olduğu noktalara saldırmanız gerekir.Rakibinizi korkunç bir sinir gerginiliği içine sokmaya itmeye çalışırsınız. “Bir oyuncu oyun sırasında demoralize oldu mu çöker,saçmalamaya başlar ve sonuçta da kaybeder.”
“Bobby Fischer,her zaman rakibinin iradesinin çöktüğü anı beklediğini söylemiştir bana.
” Mr Lyman bunları anlatırken,bir yandan da taşları karelerin üstünde yürütüyordu.Karşısındaki acemi ise olup bitenden ancak hayal meyal bir izlenim sezebilmekteydi. Kelimelerin akışı sürüp giderken, arada bir, bir cümleyi anlayabildiği de olmuyor değildi hani. “Oyuna başlanırken taşlar, beyaz vezir beyaz karede, siyah vezir de siyah bir karede bulunacak şekilde yerleştirilirler..” dedi MrLyman. İşte bunu pek sevmişti acemi basit ve açık bir şey olup insanin kafasında kolayca yer ediyordu – ne de olsa renkler aynıydı ya.

“Oyun sırasında tahtanın orta yerini elde tutmaya çalışılır, çünkü ortalarda bir taş daha fazla sayıda kareyi kontrol altında bulundurabilir.” -dedi MrLyman.
“Şah bir yere sıkıştırılır ve kaçamazsa “mat” sağlanmış demektir.;bu da oyunun sonudur.”
MrLyman bir hamle daha gösterdi,sonra da o­nun yerine yapılabilecek hamleleri anlatırken bu “yanlış olurdu” dedi.
“Niçin?”
“Sizin konuşma hakkiniz yok!”
Sonra “Satranç öğrenmek,piyano ya da keman öğrenmeye benzer -bir kere başladınız mi bir daha hiç ara vermemeniz gerekir. ..-diye devam etti MrLyman – Oysa işin temelini yarim saat içinde kolayca öğrenebilirsiniz.”
“Siz bana söylemezseniz öğrenemem” diye fısıldadı acemi.
“Öğretmen olarak ben genellikle acemilerle uğraşırım.” Üstadın bu sözleri satranççı adayına pek içaçıcı gelmisti. Ne var ki hemen arkasından gelen ve satrançta “acemi” sözünden “hamleleri öğrenmis durumda” birinin anlaşıldığını açıklayan sözler genç adamın neşesini kaçırmaya yetti. Birdenbire “oyuna başlamaya hazırız-dedi MrLyman ve taşları tahtanın üzerine yeniden dizdi İlk hamleyi üstad yaptı. Sonra acemi oynadı. Üstat yeniden oynadı. Acemi yeniden oynadı.

Bakin -dedi üstad- “şu yaptığınız açış hamlelerini iki oyununda Bobby Fischer de yapmıştı” İçi bir anda gururla dolmuştu aceminin, Ne yani Bobby Fischer de ancak o­nun kadar oynayabiliyordu! Birden kendini zafer sarhoşluğuna kaptırmış olacak ki,ondan sonraki hamlede saçmalayıverdi.
“O kareyi tam 4 taşla tutuyorum -diye konuştu MrLyman,sakin bir sesle bakin işte şu şu şu ve şu taşlar.”

Acemi hemen taşını geri çekti. Tahtanın üzerindeki ihtimallerden ancak pek azını görebildiğini yaptığı bir hamlenin bütün sonuçlarını da önceden kestiremediğini mırıldandı.

Bunun üzerine,hem kendi hamlelerini,hem de acemininkileri yapmayı üzerine aldı MrLyman. Az son- ra da, bu işbirliğinin siyahların felaketine yol açtığı görülüverdi. Beyazlar korkunç bir hızla tahtanın ortasına geçtiler ve siyahların elde tuttuğu araziye daldılar. Bu sırada siyahlar büyük bir gaflet içerisinde oldukları yerde kalakalmışlardı. “Taşların tahta üstündeki durumuna göz atarsanız,oyunu bilmeseniz bile benim saldırıda olduğumu görebilirsiniz” dedi MrLyman Evet acemi bile görebiliyordu bunu “Satranç hayatinizin ilk yenilgisine uğramış bulunuyorsunuz” dedi MrLyman az sonra. Oyunu 11 hamlede kazanmıştı. Eğer aceminin cehaletinden yararlanıp daha atak oynasaydı altı hamlede bile kazanabileceğini de bu arada söylemeyi de unutmadı.

“Yüksek düzeyde bir satranç karşılaşmasında, ilk hamleden başlayarak yapacağınız herhangi bir hata felaketinize yol açabilir” -dedi MrLyman- Taraflar ilk taşlarını kaybetmeye başladığı anda tehlike de başlar. Artık oyunun sonuna kadar dikkatinizi azaltmazsınız. “Usta bir satranç oyuncusunun temel niteliği,insani gerek vücut gerekse kafa bakımından fena halde yoran,son derece yoğun bir çarpışmadan belli bir zevk alabilmesidir.Satranç oyuncuları ne matematiğe herkesten daha fazla yatkın bir kafaya sahiptir,ne de üstün bir sanat yeteneğine. Herkesten akıllı da değildirler. Bir insani iyi satranç oyuncusu yapan şey,herhangi bir üstün yetenek ya da aşırı zeka değil, sahip bulunduğunuz bütün silahları,bütün gücünüzü ve bütün kişisel niteliklerinizi başka bir kimseyle yaptığınız teke tek savaşta kullanabilmektir,yalnızca.

“Satranç,insanların kendilerini tanıyabilmelerine yapabildiklerini, ya da ne yapamadıklarını tartmaları için benzeri olmayan bir yöntemdir.
“İnsanların bütün varlıklarıyla,her şeyleriyle yaşadıkları eşsiz bir tecrübedir satranç. sevişmeye de benzer bir bakıma -o anı her şeyinizle yaşarsınız sonra da kendinizi bir bütün gibi hissederseniz.

Acemi,o gece patronuna uğradığı zaman,”Tam olarak anlayabildiğim bir tek şey var -dedi- Satranç damaya hiç benzemiyor”

Bir yorum yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir