Satrancokulu.com sitesinde Suat Atalık’ın iki yazısı ve buna verilen yanıtlar hakkında bazı açıklamalar da bulunmak istedim. Yazıların tümü üzerinde konuşmak yerine önemli bulduğum bazı noktalara değinmek istiyorum.
Öncelikle yaşamsal bir önem içeren Suat Soylu olayına değinmek gerekir. Olayı şöyle bir anımsayalım: Suat Soylu, Bled 2002 olimpiyadlarına gitmeden önce Azerbeycan’da bir turnuva da büyük başarı göstererek birinci oluyor ve ratingi, bu turnuvada yaklaşık 25 artarak 2400’ü geçiyor. Bu da Soylu’ya almış olduğu uluslararası usta normalarının ünvana dönüşebilme hakkını sağlıyor. Soylu’nun ratingi, 1 Ocak 2003 FİDE listesinde bu sayede 2411 olarak çıkıyor. Soylu bu arada turnuva oynamadığından 1 Temmuz listesinde de aynı rating çıkıyor. Yani yanlışlık yok ve Soylu IM ünvanını kazanıyor. Buraya kadar herşey normal ve hem Soylu hem de bizim açımızdan oldukça sevindirici bir durum. Ancak işin aslı böyle değilmiş. Soylu, Azerbeycan’a gitmemiş ve dolayısıyla böyle bir turnuvada oynamamış. Akıl almaz bir durum. Azerilerin neden böyle bir yanlışlık yaptıklarını, en azından Soylu’nun bunu, 1 Ocak listesi çıktıktan sonra bilmesine karşın düzeltme girişiminde bulunmamasını veya en azından bu tür bir yanlışlığa neden olmamak için TSF’ye niçin başvurmadığını veya çeşitli satranç köşelerine bu yanlışlığı açıklayan bir nevi tekzip yazısını neden göndermediğini anlamakda zorluk çekiyoruz. Bunun tek bir açıklaması var. O da, böyle bir düzenbazlığı (kimse kusura bakmasın, başka bir ifade kullanamıyorum) bizzat Soylu’nun kendisinin düzenlediğidir. Soylu, ünvan alabilmek için böyle etik olmayan ancak sahtekarlık olarak yorumlanabilen bir girişimde bulunmuş. Aksi düşünülemez. Bizim için düşündürücü olan, TSF’nin bu konuda bir girişimde bulunmaması. Ortada net bir durum var. Dış turnuvalarda oynamak için TSF’den izin almak gerekir. Yani en azından TSF’nin bu turnuvadan haberdar olması gerekir. Ama ortada ne böyle bir izin ne de böyle bir turnuva var. TSF’nin bir an önce bu olayı açıklığa kavuşturmasını ve suçlulara gerekli cezayı vermesini geç de olsa bekliyoruz. Aksi halde bu olay çok kötü bir örnek olarak geleceğe miras kalacak ve suç cezasız bırakılırsa benzer örnekler ister istemez çoğalacaktır. Ayrıca FİDE’nin de, öğrenmesi durumunda bu olaya kayıtsız kalacağını pek sanmıyorum. TSF tüzel bir kişiliktir, böyle bir vebal altında bırakılamaz. Şimdi bu bağlamda sayın Can Arduman’a ve sayın Sertaç Dalkıran ‘a da bir sitemde bulunmak isterim. Kısır çekişmeler ve fındık kabuğunu doldurmayan düzeysiz dedikodular ve sezinmeler yerine bu olayın üzerine gitmeleri ve Soylu’nun cezalandırılması için her konuda baskı yapmaları gerekirdi. Satranç kamuoyunda etkin insanlar olmaları nedeniyle bu, onların yapması gereken en temel görevdir.
Atalık ile olan çekişmelere gelince, öncelikle Atalık’ın söylev biçemine (tarzına) katılmadığımı ve biçeminin yadırganacak ölçüde sert olduğunu belirtmek isterim. Ancak söylediklerinin hepsi bana göre doğru. Sudan bahanelerle ulusal takımda oynatılmaması ve bu konuda başta Arduman olmak üzere diğer oyuncuların etkin bir rol üstlenmesi abesle iştigaldir. Gerçi Soylu bu karara katılmadığını beyan ediyor, ancak Arduman’ın 12-0 lık TSF kararı tam tersini söylüyor. Kime inanmak gerekir, bilinmez. Atalık gibi bir oyuncudan yoksun olmak düşüncesizliği TSF için ağır bir darbe olduğundan bir yıl sonraki Avrupa takım şampiyonasına çağırılan Atalık, 1.masalarda en iyi sonuç ile altın madalya kazanarak bir nebze de olsa ulusal gururumuzu okşamıştır. Atalık başkaları tarafından geçimsiz, kaprisli olarak yorumlanabilir, ancak onda diğerlerinden farklı bir özellik fazlasıyla var: Dürüstlük. Söylediklerini hep bu nokta göz önünde tutularak düşünmek gerekir. Atalık, Türk satrancı benim diyor. İlk bakışta megalomani olarak yorumlanabilir. Oysa tamamen doğru. Türk satrancı kavramı, Türkiye’de satranç oynanması anlamında kullanılamaz. Bu kavram Türk satrancının dış ülkelerde tanınması ve kabul görmesi anlamındadır. Bunu da başaran yegane oyuncu Atalık’dır. Atalık sayesinde Türkiye’de satranç oynandığını ve bir büyükusta olduğunu biliyorlar. Türk satrancının Atalık olduğunun basit bir kanıtı da eski dünya şampiyonu Anatoli Karpov’un, Bahçeşehir’de bir simültane dolayısıyla bulunduğu sırada ortaya konmuştur. Karpov’a ,Türk satrancı hakkında bildikleri sorulmuş, Karpov da Türk satrancını tanımadığını (normal olarak!) ancak (rusça okunuşuyla) ‘oçin silniy grosmayster’ (çok güçlü bir büyükusta) Atalık’ı tanıdığını belirtmiştir. Yani Karpov da Türk satrancının Atalık olduğunu doğrulamıştır. Atalık’ın sayesinde TSF devlete bağlandı. Rahmetli Adnan Kahveci, Atalık’ın 1988 olimpiyatlarındaki 1.masalarda üçüncü olmasıyla başlayan başarılarından ötürü devlet tarafından desteklenmesini istedi ve bu bağlamda ilk aşama olarak TSF’nin devlete bağlı bir federasyon olması yönünde direktif verdi. Bu gerçeğin de bir kez daha altının çizilmesinde yarar var.
Sayın Sertaç Dalkıran’a gelince, Atalık hakkında yazarken şiddetli bir hezeyan içinde olduğu açıkça belli oluyor. Yoksa bu kadar düzeysiz, mesnetsiz ve en önemlisi doğrulanması olanaksız dedikodu özellikli uydurma bir yazı ancak bu ruhsal durumda yazılabilir. Ayrıca bir de Kuşadası turnuvası var. Bu turnuva arada sırada bir bahaneyle gündeme geliyor. Neden unutulmuyor anlamıyorum. Sanıyorum ki unutulmama nedeninin altında, bu turnuvanın dünya satranç tarihinin en skandal turnuvası olmasında hiç bir sorumluluk yüklenmemesi ve kendini sürekli temize çıkarması çabası yatıyor. Oysa her şey apacık ortada. Turnuva organizatörü Sertaç Dalkıran’dır ve turnuva bröşürlerinde 100.000 DM ödülün garanti olduğu belirtilmiştir. Ayrıca broşürlerde o zamanki özel TSF’nin (başkanı sayın Celil Layıktez) şu nolu… izniyle diye bir ibare de var . Oysa ödülün 1 DM’ sinin bile garanti edilmediği ödül törenin de ortaya çıkmıştır. Bunun suçunu da, söz verdiği halde (yazılı hiçbir anlaşma yok. Olamaz da zaten.Çünkü o zamanlar gazetelerde bu belediyenin, çöpçülerin maaşlarını bile ödeyemediği yönünde haberler çıkmıştı) ödülü ödemeye yanaşmadığı şeklinde o zamanki belediye başkanına atmak, ancak sayın Dalkıran’ın organizatör mantığıyla uyuşmaktadır. Düşünebiliyor musunuz? 100.000 DM garanti deniliyor ama ortada bir şey yok. Bu para garanti ise bir bankada bloke edilmesi gerekirdi. Bu ödüle bakarak gelen yabancı oyuncuların uğradığı hayal kırıklığına bakın. Die Schachwoche adlı haftalık dergi ‘scandal in kusadasi’ diye başlık attı. Büyük usta Sergey Kudrin, bir dergide çıkan yazısında öfkesini ‘never go to Turkey’ şeklinde ifade etti. Türkiye’nin dış itibarını zedeleyen bu olayın baş sorumlusu olarak Dalkıran suçunu kabul etse, bu turnuvayı bir hezeyan döneminde düşlediğini açıklasa ve herkesten özür dilese sorun kalmayacak. Böyle yapsa olay çabucak unutulacak ve tarihin karanlıklarında bir yere tatsız bir olay olarak gömülecek. Yine de bu satranç kamuoyu insaflıymış ki Dalkıran’ın üzerine fazla gitmedi. Sayın Dalkıran’ın bunu bir lütuf olarak görmesi gerekir.
Sayın Can Arduman’ın ve Sayın Sertaç Dalkıran’ın dedikodu türündeki yazılar yerine, Soylu olayını gündeme getirmelerini beklerdim. Ahlak anlayışımızın doğal bir tepkisi bu olmalıydı. Belki Dalkıran’ın anlayışıyla uyuşabilir bir durum, ancak Arduman’a ne demeli? Atalık’ın 1920’lerin ahlak anlayışından bugün fazla bir şey kalmadığını söylerken vurgulamak istediği şey bu olsa gerek. Eğer Selim Gürcan kardeşimiz, böyle bir turnuvanın varlığını (?) ortaya çıkarmasaydı , olay hiç su yüzeyine çıkmayacak ve Soylu kazanmış , daha doğrusu kazanmamış olduğu ünvanıyla mutlu bir yaşam sürecekti. Bu bağlamda büyük Atatürk‘ün şu sözlerini bir kez daha anımsamak da yarar var: ‘Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim’ . Atatürk bunu söylerken sporcuda olması gereken en önemli şeyin ahlak olduğunu vurgulamaktadır. Umarım ki TSF’nin web sitesindeki logosunda da bulunan bu sözün ışığında sayın Ali Nihat Yazıcı, (her ne kadar geç de olsa) bu olayın üzerine gider ve yapmış olduğu bana göre oldukça başarılı satranç etkinliklerinin üzerine gölge düşürülmesine izin vermez.
Saygılarımla,
Serdar ÇELİK