Ama bu akşam gerçekten hüzünlüydü, gerçekten üzgün. ”Talebe”nin -ona bu ismi barda takmışlardı- böyle çalmaması için her şeyini verebilirdi, üstelik fazla da bir şeyi yoktu. Ne yazık ki verdiği duygusal yükün kaldırılamayacağı kadar ağır çalıyordu bu akşam. Böyle çalınca ertesi gün gelmezdi O, sonra ki gün de, daha sonrasında da.
Yine bir satranç turnuvasına mı, dönecek miydi, ya dönmezse? Ardından gitse, hiç sormadan takılsa mıydı peşine?…
Talebe ertesi gün -bir gün önce ”gitarını al gel” diye telgraf çeken, yatılıdan hem dönem hem takım arkadaşının- sahil kasabasındaydı. Kendisini karşılayan arkadaşıyla sarıldılar, yıllarlık hasretle.
-İşini de ayarladım ”Kovboy” dedi, ”Beygir” – bu ismi okulda yakıştırmışlardı, at gibi koşmasından, O da atlara ve at yarışlarına ilgisiyle pekiştirmişti bunu- Buranın en güzel, en şirin, tek barında çalacaksın, gece de bir-iki saat. Ama, asıl işin satranç, fazla da vaktin yok, ona göre. Birkaç günde eskisi gibi hatta daha iyi olmak zorundasın.
-Satranç mı? Seni tanımasam çoktan dönüp gitmiştim. Sen neden söz ettiğinin farkında mısın?
-Geleceğini bildiğim gibi dönmeyeceğini de biliyorum. Bu işi yapabilecek tek kişinin sen olduğunu da. Ben atları bırakamam biliyorsun, üstelik senin satrancın her zaman benden fazlaydı, bunu inkar edemezsin. Uğraştım, çok çalıştım, yine de baş edemiyorum artık o ihtiyarla. Bana güven ve söylediklerimi yap lütfen, eskiden olduğu gibi. Şimdi sana tuttuğum çatı katını göstereyim.
Girdikleri çatı katı sade, kullanışlı, zevkli döşenmişti. Beygir küçük buzdolabını açtı, -yığınla bira vardı- iki şişe çıkardı. ”Dünden beri sırtında taşıdığın şu aletin ne hünerleri varmış göster bakalım Kovboy, çok özledim.” dedi, şişenin birini uzatırken. Bir başka çaldı yine Kovboy, bir başka…
Neredeyse akşam olmuştu. ”Kaset taşımaktan hoşlanmadığını unutmadım” dedi, Beygir kasetçaların düğmesine basarken. Sonra, bir çanta gösterdi ve içinden satranç takımı, son informator, birkaç aylık satranç dergileri, birde satranç saati çıkardı. Yapacağı işi anlattı uzun uzun.”Özetle, o ihtiyarı yenmek zorundasın, hem de sürekli” dedi.
Ertesi gün satranç oyuncularının lokaline gittiler. İhtiyar her zamanki köşesindeydi, yanına oturdular. Beygir oynadı, kıl payı berabere yapar yapmaz çıktılar. İkinci gün yine O oynadı bu kez yenilmişti ve ihtiyar son zamanlardaki tekerlemesini yineledi:
‘ ‘Hepsini yendim birer-birer,
Vakit tamam demektir bu,
Yolcu Abbas gider!”
Dışarı çıktıklarında: ”Gördüğün gibi işin çok zor” dedi, Beygir. İkisi de başını salladı hafifçe, gözleri çakıştı. Merak etme!” diye, bakıyordu bir çift göz, ”sana güveniyorum” diye, bakan bir çift göze.
Üçüncü gün Talebe çıktı maça ve kazandı. Talebe’nin güçlü oynamasından çok yaşlı adamın rakibini tanımayışıydı bunun sebebi. Dördüncü gün yine kazandı. O akşam Beygir: ”Evet dostum, artık ben dönmek zorundayım atlarıma, vakit buldukça gelirim, hoşça kal!” dedi ve ayrıldı.
Beşinci gün oynamadılar. Altıncı ve sonraki günlerde kazanan hep Talebe idi, ne kadar zor olsa da. Yaşlı adam ilk beraberliğini bir ay sonra yapabildi, o bir ayda kendisinde gözle görülür bir değişme vardı, sanki kazanma arzusuna koşut yaşama isteği artıyordu gün be gün. Hep dünden daha istekli, daha hırslı, daha güçlüydü.
İkinci ayda maçlar daha çok berabere bitiyordu. O ayın sonunda da Talebe’nin hedefi yenilmemekti öncelikle. Bunu başarabilmek için olağanüstü çaba harcıyor, bu yüzden kimi zaman gitar çalmaya bile gidemediği oluyordu. Rakibine iyice ısınmış olan yaşlı adam maç önceleri ve sonraları konuşmaya başlamıştı yeniden. Tekerleme de değişmişti: ”Evet ! genç dostum, seni de yol kenarına koyma vakti geldi, filler mezarlığına giden yolun kenarına.” Talebe de her seferinde şöyle cevaplıyordu: ”Dilediğin yere git beyaz adam!, istersen hades’e, buna engel olamam, istersen bekle beni orada, buna da engel olamam, fakat orada da kazanan ben olacağım.”
Neredeyse altı ay olmuştu. Talebe güç karşı koyabiliyordu ihtiyarın ataklarına, sık sık zor konumlar çıkıyordu karşısına. İşte şimdi, yine çok zor konumdaydı. Yaşlı adam son zamanlardaki gibi aceleci, hırçın saldırılarından birini başlatmıştı ve maçı iki hafif figür, bir kale fedasından sonra ikinci atıyla bitirmeyi planlıyordu. Başını ‘bu defa tamam’ der şekilde öne ve arkaya hafifçe sallıyor, yüzü de son görevini de başarıyla gerçekleştirmenin huzurunu açıkça yansıtıyordu. Talebe bembeyaz olmuştu, en son kale fedasını kabul edeceği f2 karesinden gidebileceği güvenli bir yer bulamıyordu şahı için. Düşündü, düşündü…
O da ne! Bir kare vardı tahtada g3 karesi kendi kalesinin bulunduğu. Hemen fedaları kabul eden varyanta girdi, ancak ihtiyarın kalesini almadan g3 teki kendi kalesiyle ‘şah’ çekerek ara feda yaptı. Artık güvenli bir karesi vardı şahının fakat bütün salon hala talebenin yenilmekte olduğunu düşünüyordu. Talebe ihtiyarla göz göze gelmekten sakınarak aldı onun kalesini. İhtiyar hiç oralı değildi sanki, ikinci atını c6’dan kaldırdı e4’e koyarak ”şah!” diye bağırdı, ”mat!” diye de ekledi masaya yığılırken. Herkes bembeyaz olmuştu, öndekiler hemen eğildiler yaşlı adama. Kalbini ve nabzını dinleyen doktor Turgut Bey diğerlerine bakarak başını eğdi. Talebenin sesi kulaklarından gitmeyecekti hiçbirinin ve bir kişinin daha, ışıl ışıl gözleri yaş dolan, henüz lokale ayak basmış genç güzel barmaidin, ”At e4’e gitmez, at e4’e gitmez!”