1950 yılında, Deniz Lisesi’ne dört bin kişi müracaat etmişti, iki bin kişiyi Kasımpaşa’da sağlık muayenelerinde elendiler. Geriye kalan iki bin kişiyle fizik, kimya, matematik, Türkçe ve spor sınavlarına girdik. Seçilen doksan kişi arasında ilk on dörtteydim.
Çalışkan bir öğrenci değildim ama dersi derste öğrenme gibi bir özelliğim vardı. O nedenlede çalışma gerektiren, özellikle felsefe, edebiyat, tarih, coğrafya gibi derslerde biraz zorlanıyordum.
Satrancı da 1950 yılında Heybeliada’da Tuncer TAŞMAN’dan öğrendim.
Satrancı öğrenişim de epey ilginçtir. O zamanlar devlet memuru olan babama gönderilen “Ulus Gazetesi”nin bir de satranç köşesi vardı. Bu gazete köşesinde tanıştığım satrancı öğrenmek için önüme gelene soruyordum. Türkiye’de o zaman satrancı bilen insan sayısı parmakla sayılabilecek kadar az, bir türlü rastgelmedim.
Deniz Lisesi’ndeki ilk saatlerim; yarısını kullandığımız beyaz boyalı dolaplara yerleşiyorum, baktım kadife bir keseden çıkmış bir at! Görür görmez çocukluk hayellerim depreşti. Hemen arkadaşı buldum, daha tanışmamışız bile;
-Arkadaşım bu satranç mı?
– Satranç
-Aman bana öğret dedim .
İki üç ay geçti. Okuldan mezun olup da devam edenler; Tuncer Taşman, şu an hayatta Allah uzun ömür versin; Yüksel Dilmen, Omsan Genel Müdürlüğü yapmış Aydın Ortabaşı… bunların hepsi o zamanlar güçlü satranççılardı.
( Geçenlerde 200’lerin toplantısına çağırdılar. Ben on senede bir gidiyorum. Onları çok sevmeme rağmen… işte böyle satrançla çok doluyuz.)
Öğrendikten sonra onları yenmeye başladım. Bana ?Sen dünya şampiyonu olursun, çok çabuk geliştin? derlerdi. Biz o havalarda bir gün rahmetli öğretmenimiz Asım İnan Bey, çok muhterem bir insan. Sivil hocaydı, boylu poslu, dünya tatlısı biri. Bir öğlen paydosunda yemekhaneden çıktık. Herkes masa tenisini, satranç takımını kapmaya koşuyor. Biz tabi çok hızlı koşup satranç masasını kaptık. O sırada Asım Bey’de komutanlık binasından çıkmış o tarafa doğru geliyordu. Çocuklar onun satranç oynadığını biliyorlarmış, hemen etrafını sardılar, sınıf arkadaşlarım;
-Hocam Demir’le oynar mısınız?
Hoca saate baktı;
-Vakit yok dedi. Yine ısrarlar…
Kırmadı, Hoca ayakta ben oturmuş vaziyette sekiz on hamle, trak biz nakavt. Herkes şaşırdı, bir şey de anlamadık. Aman hocam bir tane daha… Hocanın hakikaten vakti yok ama yine kırmadı bizi, -ruhu şad olsun çok nazik bir insandı-. Bir oyun daha, yine sekiz dokuz hamle, yine kaybettik.
Herkeste hayal kırıklığı, bense hepten… Dedik, yahu biz bu kadar iyi oynuyorduk ne oldu?
Hafta sonu herkes evci çıkıyor, ben doğru Beyazıt’a sahaflara… Orada Modern Satranç kitabını buldum Selim Palavan hocanın. Selim Palavan, Kırım Türklerinden; Türkiye’ye geldiği zaman Türkçe bilmiyor, Fransızca yazmış kitabı ve Fransızcadan Türkçeye tercüme edilmiş. Diyebilirim ki, zamanının en mükemmel kitaplarından biriydi.
O zamanlarda satranç teorisi şimdiki kadar gelişmiş değil. Sicilya mesela, yarım sayfa, iki at savunması öyle, en geniş açılışlar İtalyan ve İspanyol partileriydi. Ben Modern Satranç kitabından epey yararlandım. Heybeli’den ayrıldıktan sonra Haydarpaşa Lisesi’ne geldim. Orayı da bitirmek üzereyken, diplamayı alacağız, lise diplomasını, Teknik Üniversite’ye bağlı Maçka Teknik Okulu açıldı. Dediler ki dört aylık yaz eğitiminde bir yıllık açığı kapatacağız. Orta okulda kaybettiğim yılı yaştan dolayı kurtardım fakat Deniz Lisesi’nden ayrıldıktan sonraki bir yılı telafi etme arzusu… Hadi biz oraya da imtihanla gittik. Elektrik Fakültesini dördüncülükle kazandım.